16. ULUSAL RADYASYON ONKOLOJİSİ KONGRESİ, Girne, Kıbrıs (Kktc), 9 - 13 Nisan 2025, ss.231, (Özet Bildiri)
Amaç: Kanser tedavisi sürecinde hastalar, fiziksel ve psikolojik pek çok semptomla karşılaşmakta, bu semptomların yetersiz yönetimi ise günlük yaşam aktivitelerini olumsuz etkileyerek yaşam kalitesini düşürmektedir. Radyoterapi alan kanser hastalarında sık görülen düşük uyku kalitesi hem fiziksel hem de psikolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu çalışma, radyoterapi tedavisi gören meme ve akciğer kanseri tanılı hastalarda uyku ve yaşam kalitesi ile yorgunluk durumlarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntem: Anket çalışması öncesi gerekli etik kurul izinleri alınmıştır. Çalışmaya, Mayıs 2024 ile Aralık 2024 tarihleri arasında definitif veya adjuvan radyoterapi planlanan, meme ve akciğer kanseri tanısı alan ve ECOG performans skoru 0-1 olan toplam 90 hasta dahil edilmiştir. Hastaların radyoterapi tedavisinin ilk ve son gününde, yazılı ve sözel bilgilendirilmiş onamları alındıktan sonra, yaşam kaliteleri EORTC QLQ-C30 anketi, yorgunluk düzeyleri EORTC QLQ-FA12 modülü ve uyku kaliteleri Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi’nin (PUKİ) Türkçe versiyonları ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan 90 hastanın %21,1’si erkek (n = 19), %78,9’i kadın (n = 71) olup, %23,3’si akciğer kanseri (n = 21) ve %76,7’i meme kanseri (n = 69) tanısına sahipti. Hastaların medyan yaşı 59 (31-85) ve medyan tedavi süresi 39 (24-56) gün olarak bulundu. Hem radyoterapi öncesi hem de sonrası, 57 hastanın PUKİ skoru beş ve üzeri olarak kaydedildi. Radyoterapi sonrası 40 hastanın PUKİ skorunda artış görüldü. Hastaların radyoterapi öncesi PUKİ skoru ortalaması 6,33 ± 3,573 (minimum: 1, maksimum: 16) olarak bulunurken, radyoterapi sonrası ortalama 6,57 ± 3,503 (minimum: 1, maksimum: 17) olarak ölçüldü. Ancak, radyoterapi öncesi ve sonrası PUKİ skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (Z = -0,703, p = 0,482). Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi sonuçlarına göre, radyoterapi sonrası uykusuzluk skorlarında istatistiksel olarak anlamlı bir artış tespit edildi (Z = -2,607, p = 0,009). Günlük yaşama müdahale skorlarında da anlamlı bir artış saptandı (Z = -2,582, p = 0,010). Yorgunluk skorlarında anlamlılığa yakın bir artış gözlendi (Z = -1,889, p = 0,059). Benzer şekilde, ağrı skorlarında da anlamlılığa yakın bir artış bulundu (Z = -1,933, p = 0,053). Alt grup analizlerinde, radyoterapi sonrası günlük yaşama müdahale değişimi açısından akciğer kanseri ve meme kanseri hastaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (Mann-Whitney U = 487,000, Z = -2,349, p = 0,019). Akciğer kanseri hastalarının günlük yaşama müdahale farkı için ortalama sıralaması (Mean Rank = 55,81) meme kanseri hastalarına göre (Mean Rank = 41,66) daha yüksek bulundu. Spearman’s korelasyon analizi sonuçlarına göre, tedavi süresi ile günlük yaşama müdahale farkı arasında istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif bir ilişki bulundu (Spearman’s rho = 0,265, p = 0,013).
Sonuç: Bu çalışma, radyoterapi sürecinin hastaların uyku kalitesi, semptom düzeyleri ve işlevsellik üzerindeki etkilerini değerlendirmiştir. Analizler, radyoterapi öncesi ve sonrası PUKİ skorları arasında genel olarak anlamlı bir fark olmadığını göstermiştir. Ancak uykusuzluk semptomunda ve günlük yaşama müdahalede radyoterapi sonrası anlamlı bir kötüleşme gözlenmiştir. Ayrıca, alt grup analizlerinde, akciğer kanseri tanısı olan hastaların meme kanseri tanısı olan hastalara kıyasla daha fazla günlük yaşam zorluğu yaşadığı belirlenmiştir. Tedavi süresi ile günlük yaşam müdahale değişimi arasında anlamlı bir pozitif ilişki saptanmış, bu da uzun tedavi sürecinin günlük yaşam aktivitelerinde daha fazla zorluk yaratabileceğini göstermiştir. Sonuç olarak, radyoterapi sürecinde semptom yönetiminin yanı sıra, bireysel farklılıkların dikkate alınması ve destekleyici yaklaşımların planlanması büyük önem taşımaktadır. Buna ek olarak, göğüs hastalıkları, psikiyatri ve radyasyon onkolojisi gibi disiplinlerin iş birliği ile oluşturulacak multidisipliner bir yaklaşımın, hastaların uyku ve hayat kalitesindeki düşüşü engelleyebileceği düşünülmektedir.