Wallerstein'ın Merkez-Çevre İlişkisi Açısından Kapitalist Devrimler: Commonwealth Örneği


Creative Commons License

Güntay V.

Ankara Üniversitesi Mülkiye Uluslararası İlişkiler Kongresi-Ekim Devrimi'nin Yüzüncü Yılında Sovyetler Birliği, Soğuk Savaş ve Uluslararası Sistem, Ankara, Türkiye, 15 - 16 Ekim 2018, ss.227-229

  • Yayın Türü: Bildiri / Özet Bildiri
  • Basıldığı Şehir: Ankara
  • Basıldığı Ülke: Türkiye
  • Sayfa Sayıları: ss.227-229
  • Karadeniz Teknik Üniversitesi Adresli: Hayır

Özet

Kapitalizmin nüfuzu ve uluslararası sistemin özgünlüğü açısından üretim ilişkilerinin analizi birçok araştırmacının ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Kapitalizmin yükselişi Marksist temellerin beklediği bir proleter devrim yerine farklı coğrafyalardaki ülkeler arasında iş bölümünün artmasına neden olmuştur. Elbette artan bağımlılık ile birlikte ülkeler arasındaki kapital farklılığı artmış ve Wallerstein’ın üzerinde durduğu dünya sistemini güçlendirmiştir. İngiltere başta olmak üzere Atlantik ülkelerinin ticaret hareketlerini kontrol ettiği bir uluslararası sistem zamanla bu havayı gönüllü olarak ABD’ye devretmiştir. Merkez ülkelerin gücü de aslında bu gönüllü iş birliğinden kaynaklanmaktadır. II. Dünya Savaşı ile birlikte yıpranma katsayısını son safhalarına ulaştıran Avrupa, İngiltere öncülüğünde üstünlüğü ABD’nin gözetimine bırakmıştır. Kamuoylarından daha çok liderlerin ve yükselen ekonomilerin ABD’yi merkezin ana aktörü haline getirişi ilgi çekicidir. Wallerstein’ın geniş kapsamlı teorisi ve onu takip eden dünya sistemcileri kapitalizmin bir dünya sistemi oluşturduğu yönünde ortak düşünceyi paylaşmaktadırlar.

Merkez-çevre ilişkisinde dünya ekonomisinin çevresine dahil olan ülkelerin bilinçli olarak bir geriletilmeye tabi tutulduğu hala tartışma konusudur. Çevre ülkeler açısından bu toplumların kapitalizmle yoğrulması hammadde üretimi açısından önemlerinin devam etmesine de neden olmuştur. Tarihsel bütünlük içerisinde çevre ülkeleri etkileyen tek bir yönetim vardır ve bu durum benimsenmemiş olabilir. Günümüzde bu durum çok-merkezli bir merkez-çevre ilişkisini ortaya çıkarmıştır. Çok-merkezli bir anlayışın bağımlı olduğu en önemli değişken ise ekonomi olarak ele alınmaktadır. Dünya-sistemi içerisinde kapitalist pazarının bir parçası haline gelerek çevreleşen coğrafyalar bugün açık bir şekilde ayırt edilebilmektedir. Kapitalist dünya-sisteminin göstermiş olduğu gelişme farklı devletlerin niteliğini de belirlemiştir. Her ne kadar iktisat bilimi açısından korumacı denemeler ortaya çıkmış olsa da geriye dönüş bazı coğrafyalar için mümkün olmamıştır. Bu açıdan bakıldığında özellikle merkez-çevre ilişkisindeki ana parametre ekonomidir. Elbette Wallerstein’ın ortaya atmış olduğu merkez-çevre ilişkisi ve bu yaklaşımı yoğuran dünya-sistemciler açısından zaten ana faktör ekonomidir. Fakat günümüz açısından başta Commonwealth gibi birlikteliklerin doğasını sadece ekonomiyle açıklamak da oldukça yetersiz kalacaktır.

Özellikle ekonomi temelli bakış açısı olarak dünya-sistemiyle özdeşleşen Wallerstein siyasal ve sosyal faktörleri göz ardı etmekte ısrarcıdır. Doğal olarak özellikle Marksist geleneği devam ettiren düşünürler zaten bu tür faktörleri dikkate almamaktadır fakat siyasal hareketlerin özgürleştirici bir derinliğe sahip oldukları günümüz dünyası için bir realite olma yolunda hızla ilerlemektedir. Bu çalışma açısından toplumsal değişimin dış faktörlere bağlandığı ve uluslararası ekonomik ilişkilerin önceliğini ele alan dünya-sistemcilerinin savları karşısında Commonwealth örneği değerlendirilmektedir. Sanayileşme sürecinin İngiltere gibi coğrafyalarda daha özgür bir toplum ortaya çıkardığı görüşü ve ortaya konulacak veriler bu konuda oldukça belirleyicidir. Siyasal sistemlerin oluşumu her ne kadar toplumların iç dinamikleriyle alakalı olsa da Commonwealth gibi özgün bir örneğin ayakta kalışı ve kimilerine göre önemli bir güç, kimilerine göre önemli bir simge olarak etki boyutu kapitalist devrimler açısından inceleme konusudur.