Derin Tarih, sa.85, ss.81, 2019 (Hakemsiz Dergi)
Sayın
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın, katıldığı bir canlı yayında, Ayasofya’nın adının
müze değil, Ayasofya Cami olarak anılabileceği hakkında açıklamasından sonra,
bu konu tekrar ülke gündemine oturdu. Ayasofya’nın kilise, cami veya müze olduğu
tartışması yaklaşık bir asra dayanan geçmişe sahiptir. Bu tartışmaya pek çok
çevre; politik, tarihsel ve mimari açıdan yaklaşmıştır. Bu yazıda ise konu mülkiyet
ve vakıf hukuku açısından ele alınmıştır.
Bilindiği üzere,
Ayasofya aynı yerde üç kez kilise olarak inşa edilmiş, İstanbul’un fethinden
hemen sonra Fatih tarafından camiye dönüştürülmüş ve vakfedilmiştir. Günümüzde,
Ayasofya’nın mülkiyeti, mazbut Fatih Sultan Mehmet Vakfı’na, yönetim ve temsili
ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne (VGM) aittir. Mazbut vakıflar, yöneticisi ve
mütevelli heyeti kalmadığından, VGM tarafından yönetilen ve temsil edilen vakıflardır.
Ayasofya, mazbut bir vakfın taşınmazı olması yanında, vakıf siciline tescili
bakımından ise hayrat niteliğindedir. Yani toplumun istifadesine veya
kullanılmasına bedelsiz olarak tahsis edilmiş bir eserdir. Aynı zamanda bu
eser, “1. derece arkeolojik sit alanında”
bulunmakla birlikte “kültür varlığı”
niteliğine de sahiptir.
Vakıflar Kanunu’na
göre, mazbut vakıfların mülkiyetindeki hayrat niteliğindeki taşınmaz kültür
varlıklarına, öncelikli olarak vakfiyeleri doğrultusunda işlev vermek
zorunludur. Yani mevcut hukukumuza göre, bu tip taşınmazların, vakfiyesinde
belirtildiği şekilde kullanımı esastır. Bu kullanım, Fatih Sultan Mehmet Han’ın
Ayasofya için yazdırdığı vakfiyesinde, “cami”
olarak ifade edilmiştir. Bu tür vakfiyeler mülkiyet hakkı tespitinde doğrudan
esas alınan hak belgeleridir. Nitekim mülkiyeti güvence altına alan güncel tapu
sicilinde, Ayasofya’nın niteliği ve sahibi vakfiyesindeki şekli ile tescillidir.
Eserin tapu sicilindeki vasfına bakıldığında “Türbe akaret ve muvakkithane ve medreseyi müştemil Ayasofya-i kebir
cami şerifi”, malikinin ise “Ebul
Fetih Sultan Mehmet Vakfı” olduğu görülmektedir.
Ayasofya’nın müze
kullanımının ülkemizin taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yanında Anayasa ve Medeni Kanunu’nun taşınmaz
malikine tanıdığı, mülkiyet hakkı hükümlerine de aykırı olduğu aşikârdır. Ayrıca
bu durum, mülkiyet hakkını elinde bulunduran vakfın irade beyanını, vakfiyeyi
ve tapu sicilindeki tescilli kullanımı neredeyse tamamen ortadan
kaldırmaktadır. Müze amaçlı kullanımın Vakıflar Kanunu ile Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunlarına da aykırı olduğu da açıktır. Tüm bu hukuksal
çerçeve, vakfiye ve tapu kayıtlarına rağmen, eser 1934 tarihli Bakanlar Kurulu
Kararı ile günümüzde müze olarak kullanılmaktadır.
Bu eser müze
olarak kullanılamaz mı? El cevap, kullanılamaz. Şöyle ki; bu durum sadece de
VGM’nü bağlar bir nitelikte değildir. Eserin, kamulaştırma veya başka bir kurum
tarafından satın alınması da yasal görünmemektedir. Zira bu tür bir işlemde
kamu yararı bulunmamaktadır. Bu durumda dahi Vakıflar Kanunu 30.maddesi ile
eser tekrar mazbut vakfı adına tescil olunacaktır. Eserin, başka bir kamu tüzel
kişiliğine tahsis edilmesi veya kiralanması Vakıflar Kanunu 16. maddesi ile
çelişmektedir. Zira vakfiyede belirtilen fonksiyon ile eserin kullanımı tüm
özel ve tüzel kişileri bağlamaktadır. Bunun sağlanamaması, diğer bir kurumun
taşınmazı para vererek kullanması ile sorunun ortadan kalkabileceği fikrini
akıllara getirebilir. Nitekim benzer uygulama, Trabzon Ayasofya için bir süre
yürütülmüş olsa da, nihayet kesinleşmiş yargı kararı ile bu durum bertaraf
edilerek ortadan kaldırılmış ve eser VGM tarafından aslına uygun şekilde camiye
dönüştürülmüştür.
Sonuç olarak, mülkiyet
hakkı ve vakıf hukuku açısından Ayasofya’nın kullanımı cami şeklinde olmalıdır.
Ancak, anılan eserin başlangıcından günümüze değin süregelen kullanımı
incelendiğinde, ibadet amaçlı kullanımın dışında, diğer vakıf nitelikli ve
kültür varlığı eserlerde olduğu üzere, turizm amaçlı ziyaretlere de açık
olmasında bir sakınca olmayacağı değerlendirilmektedir.