Bu çalışma, 2025 yılında Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan askeri krizi temel alarak, nükleer caydırıcılık teorilerinin Güney Asya bağlamında ne ölçüde geçerli olduğunu analiz etmektedir. Özellikle klasik Karşılıklı Garanti Edilmiş İmha (Mutually Assured Destruction–MAD) teorisinin rasyonalite, ikinci vuruş kapasitesi ve kriz iletişimi gibi temel varsayımlarının, asimetrik tehditler ve teknolojik kırılganlıklar karşısında ne ölçüde aşıındığı sorgulanmaktadır. Çalışmada, Hindistan’ın “Operation Sindoor” kapsamında Pakistan’daki askeri hava üslerine düzenlediği saldırı ve Pakistan’ın misilleme niteliğindeki “Operation Bunyan Ul Marsoos” harekâtı, nükleer caydırıcılığın sınırlarını test eden bir vaka olarak değerlendirilmiştir. Analiz sürecinde devlet dışı aktörlerin rolü, siber saldırılar, İHA kullanımı ve dezenformasyon kampanyaları gibi yeni nesil tehditlerin caydırıcılık dengesini nasıl dönüştürdüğü irdelenmiştir. Ayrıca, tarafların askeri doktrinleri karşılaştırılmış; minimum caydırıcılık ve tam spektrum caydırıcılık gibi farklı yaklaşımların kriz dinamiklerine etkisi ele alınmıştır. Elde edilen bulgular, nükleer silahların varlığının tek başına istikrar sağlayamadığını; güvenlik politikalarının teknoloji, iç siyaset ve uluslararası iletişim boyutlarını içerecek şekilde yeniden yapılandırılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Çalışma, yalnızca teorik katkı sunmayı değil; aynı zamanda Güney Asya’daki benzer krizlerin yönetimi için somut politika önerileri geliştirmeyi hedeflemektedir.