Kronik Kitap, İstanbul, 2018
Gerek Türk, gerekse İslam tarihinde kurulmuş
en güçlü, en geniş topraklara sahip, en uzun ömürlü ve düşmanlarına diz
çöktürebilmiş kudredi tartışılmaz devlet Osmanlı İmparatorluğu’dur. Haçlı
Seferleri’nin hemen sonrasında 400 çadırlık bir oba ile Söğüt’e yerleşen Kayı
Türkleri, kısa sürede bölgenin en güçlü devlet örgütlenmesini
gerçekleştirebilmişlerdir. İlmi kanıttan yoksun romantik iddiaların aksine
Türkler, Anadolu’nun otokton halkı
değillerdir ve bu topraklara geldiklerinde Ermeniler, Rumlar, kendilerinden
yüzyıl önce göçmüş Hıristiyan Türkler, Müslüman Kürtler, Müslüman Araplar ve
diğer etnik Müslüman gruplarla karşılaşmışlardır. Türkler’in gelişi Müslüman
Bizans’ın baskıcı rejiminden bıkmış, Haçlı Seferleri’nin yakıp yıktığı
topraklarda yurt arayan Araplar ve Kürtler kadar Bizans ile Katolik
Haçlılar’dan nefret eden Hristiyan ahali tarafından da büyük bir memnuniyetle
karşılanmıştır. Öyle ki zaman içinde “Türk” ifadesi Osmanlı idaresindeki
Müslümanları bir bütün olarak temsil eden bir üst kimliğe dönüşmüştür.
Arap
yarımadası bir bütün olarak Osmanlı idaresine 1517 yılı sonrasında geçmiş, bu
tarihten itibaren Kutsal şehirler Mekke ve Medine de Osmanlı Devleti tarafından
geniş bir imtiyaz ve ayrıcalık tanınarak idare edilmiştir. Dünya tarihindeki
her devlet gibi Osmanlı Devleti de 600 küsur yıl süren idaresi süresince
merkezi otoritenin sarsıldığı, Devlet gücünün taşrayı kontrole yetmediği
dönemlerle karşılaşmıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak Osmanlı Devleti’nin Arap
yarımadasındaki 400 yıllık idaresinin, Türkler’in yoğun olarak yurt tuttuğu
Anadolu dahil, yönetimindeki topraklarda kesintisiz bir şekilde vatandaşlarının
gönencini sağlayan, güvenli ve mükemmel bir yönetim olduğunu iddia etmek
olanaksızdır. Zira merkezdeki Devlet idaresinin zayıflaması sonucu ortaya çıkan
olumsuzluklardan diğer bölgeler gibi Arap coğrafyası da etkilenmiştir. Buna
karşın Osmanlı idaresinde Araplar, Haçlılar ve sömürgeci Avrupalıların saldırılarından
korunmuş, bu sayede egemenlik, dil ve inançlarını muhafaza edebilmişlerdir.
Bugün Ortadoğu’nun merkezi olarak kabul edilen Arap coğrafyasını değerli kılan
en değerli, belki de tek faktör petrol iken, 19. yüzyıl sonuna kadar bölge
coğrafi konumu ve ticaret yolları üzerindeki hâkimiyetiyle önem kazanmıştı.